Translate

29 Mart 2020 Pazar

Corona Covid-19 Virüs Türkiye Genel Tablo


4 Ekim 2020 itibariyle Corona Virus #Covid-19 Dünya istatistikleri

Not: Türkiye istatistiklerini "vaka - hasta" değişimi nedeniyle seri bozulduğu için yayınlamıyoruz.







Kaynak-1: covid19.saglik.gov.tr 
Kaynak-2: www.worldometers.info/coronavirus/


10 Ağustos 2014 Pazar

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Ardından... İlk Yorum...

20:30 itibariyle tahmini simule edilmiş rakamlar;
Toplam Seçmen: 55,801,144 kişi
Katılım Oranı: % 72
Kullanılan Oy Sayısı: 40,200 bin
Geçersiz Oy Oranı: % 1,8 (723,600)
Geçerli Oy Sayısı: 38,475 bin

Tayyip Erdoğan'ın 20,527 bin civarında (%52),
İhsanoğlu'nun 15,395 bin civarında (%39),
Demirtaş'ın 3,552 bin (% 9)


Mart 2014 Seçimleri
Toplam Seçmen: 52,695 bin kişi
Katılım Oranı: % 88
Kullanılan Oy Sayısı: 46,510 bin
Geçersiz Oy Oranı: % 4 (1,810,000)
Geçerli Oy Sayısı : 44,700 bin 

AKP 20,520 bin
CHP+MHP   19,427 bin
HDP+MHP   2,895 bin

Tüm bunlara bakarak aşağıdaki sonuçları çıkarmak mümkün;


  1. 5 ayda 3,106,000 seçmenimiz daha olmuş.
  2. Yeni seçmenleri aynı oranlarla dağıttığımız zaman; Tayyip Erdoğan'a, 1,336,000, İhsanoğlu'na 1,349,000 oy, 186,360...
  3. Peki bu ne demek? Aynı oranlar, aynı katılım oranları olsaydı olması gereken oy rakamları; Erdoğan: 21,856 bin, İhsanoğlu: 20,776 bin, 3,081 bin...Toplam oy: 45,713... 
  4. Pekii... Bu senaryoya göre oranları merak edersek; Erdoğan: % %47.8, İhsanoğlu: % % 45.4, Demirtaş: % 6.7
  5. Bu katılım oranı sandığa aynı oranlarla yansısaydı; Cumhurbaşkanlığı seçimi 2. tura kalacak ve Demirtaş'ın oyları belirli olacaktı.
  6. Oy rakamları üzerinden gidersek Mart 2014 seçimleriyle karşılaştırmada, Erdoğan'ın -1,329 bin, İhsanoğlu'nun - 5,381 bin, Demirtaş'ın da + 471 bin oy kaybettiği/kazandığını anlıyoruz.
  7. Bu rakamlara bakarak CHP seçmeni, "oy" değil, "boy" vermiştir. 
  8. Sadece CHP seçmeni "boy" yerine "oy" verseydi; İhsanoğlu'nun oy sayısı 20,776 bin olacaktı. Erdoğan'ın simüle edilmemiş oy sayısı'nın 20,527 bin olduğu hatırlayalım.
  9. Erdoğan ve AKP reel olarak oy kaybetmeye devam etmektedir.
  10. Demirtaş, CHP seçmeninden önemli rakamlarda oy almıştır. Bkz. İzmir...

11 Haziran 2013 Salı

İmam - Cemaat İlişkisi...


İşte bugün yaşadığım ülkeden bir anektot; E-5 Bostancı köprüsünün altında, sağ şeritte trafikte yavaş yavaş ilerliyorum. Sağımdan beyaz bir toros, bir anda üzerime kırıyor. Muhtemelen ilerideki trafik polisini görüyor. Arabada 3 kişiler. Sonra camı açıp küfür ederek, yol versen ne olurki diye camdan cama sevgilerimizi ilettik. Ben de yol vermeyerek, basıp devam ettim. Arkadaşlar, sağ arkama bilerek çarptı(maddi hasar olmamış). Ben durmadım, aynadan bakıyorum gülüyorlar, zannediyorlarki korktum, kaçıyorum, birşey diyemiyorum. Az sonra Trafik Polisi'nin yanına hemen çektim ve arkadaşları şikayet ettim. Bir zahmet (!) arabayı sağa çektiler. Arkadaşlardan birisi çıktı, "arabayı üzerimize sürdü, utanmadan bir de şikayet ediyor" diye polise beni şikayet etti. Başka biri çıktı, yalan söylüyor bu dedi. Polis zarar olup olmadığını kontrol ettikten sonra, beni gönderdi. Arkadaşların evraklarını kontrol etti.

Peki sonuç nedir? Arkadaşlara soracaktım, hangi partiye oy veriyorsunuz diye? Gerçi nereli oldukları belliydi (memleketlisi), sormaya da gerek yoktu.

İşte AKP Türkiyesi... Zeytinyağı gibi, hemen karşı tarafı suçlamak... Peki bunu kim yapıyor? İmam - cemaat hikayesi işte... Bir zamanlar Özal'ın "benim memurum işini bilir" cümlesiyle başlamadı mı bu ülkede, alenen rüşvetler...

Peki ne olması gerekirdi; Emniyet şeridine girilmemesi gerekirdi. Hadi girdin, camı açıp kürfetmeden, özür dileyerek yok istersin. Vermiyorsa da, canı saolsun dersin, çünkü her durumda haksızsındır...

Biz niye böyle olduk? Ben anlamıyorum... Var mı bilen?

10 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi'nin getirdikleri...

Çok uzun bir aradan sonra yeniden yazma isteğimi getirdiği için gezi eylemcilerine teşekkür ederim.
Çok hızlıca Gezi Parkı direnişinin getirdiklerine hızlıca, biraz dağınık ama maddelerle bakalım;
1.) Tayyip Erdoğan ilk defa bu kadar zor duruma düştü. Ona oy verenler bile, söylemlerinin yanlış olduğunu paylaşıyorlar.
2.) Muhtemelen AKP'ye oy vereceklerin, okuma düzeyiyle ters orantılı olacağını ön görmek, çok da sağlıksız değil.
3.) Sevgili eğitimci dostlarım, Y kuşağı, Z kuşağı gibi kavramlarla Gezi Parkı direnişçilerini tanımlamaya çalışıyor. Ancak zannımca onları tanımlamaya çalışmak, bir kalıba sokmaya çalışarak anlamak çok da kolay olmayacak gibi görünüyor.
4.) Muhteşem sözlerden bir tanesine bayıldım; " orantısız zeka" Muazzam...
5.) Direnişin 11. gününde yorgunluk sözleri dillendirilmeye başlandı. İşte artık, bu direnişin seyrini belirleyecek en önemli kritik viraja geldiğimizi gösteriyor. Orada dağıtılan kitaplara lütfen, Sarıkamış zaferimizi anlatan kitaplar eklensin ve gençlerimiz tekrar o günleri hatırlayıp, motive olsunlar.
6.) 
a.) Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bizler Osmanlı özentiliğinden kurtulduk, ama belli ki siz ve çevrenizdeki birkaç kişi hala kurtulamamışsınız. Türkiye Cumhuriyeti hiç bir zaman Osmanlı olmayacak. 
b.) Bir zamanlar sizin yanınızda olanlar, sizi 2-3 sene önce çok sevenler bile artık kesinlikle AKP'ye oy vermeyeceklerini paylaşıyorlar. Tek sebep, bitmek tükenmek bilmeyen; kibir, özel hayata karışma, ben yaptım oldu mantalitesi...
c.) Farkında değilmisiniz, en yakınınızdaki Abdullah Gül ve Bülent Arınç bile sizden ayrılmaya başladılar.
d.) Gözümüzün içine baka baka söylediğiniz yalanlar, medyada yer bulmuyordu, ancak şimdi anından yalalnlanmaya ve yer bulmaya başladı. 1990'ların Uğur Dündar'ına ihtiyacımız var aslında. Yapılan ve verilen ihalelerde kendi zenginlerinizi yarattınız. 
e.) Aslında 2002 öncesi ve sonrası, memurun tavrı değişmedi. Zaten bunun tohumları o çok sevdiğiniz Özal zamanında "benim memurum işini bilir" çümlesiyle temeli atılmıştı.
f.) Sokakta kimsenin birbirine saygısı yok. Kimsenin birbirine güveni yok. Kimse gülmüyor. Kimse günaydın demiyor.
g.) Neden mi? Herkesin borcu var. Boşanma sayıları arttı. Kredi kartı borçları her sene ortalama % 30 artıyor. Kredi kartı takip oranları her sene artıyor. Tüketici kredileri her sene artıyor.
h.) Ege Cansen olayı teknik olarak özetlemiş (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23458252.asp ) Benim tek ekleyeceğim, gerçek enflasyon rakamı nedir? Eskiden enflasyon oranı direk olarak USD/TL kuruna çok büyük bir korelasyonla bağlıydı. Aslında hala bağlı. Peki fark nedir? Dağlar....
ı.) Konu yeşile duyarlılık konusunu çoktan geçti, hala anlamadınız. Sizin despot, aşağılayıcı, küçümseyici tavrınıza maalesef polisimiz de ayak uydurdu ve gece yarısı yapılan biber gazı operasyonu, bütün resmi taa buraya kadar getirdi. Bu tepkiydi. Bu, gençlere yaptığınız baskının sonucuydu. Muhtemelen bunu siz anlayamadan, doğru okuyamadan ilk seçimleri kaybetmiş olacaksınız.

Tüm bunların sonunda soru şu;
En son seçimlerde seçime katılmayan oran % 33. Yani apolitize edilmiş, (belki de çoğu tencere-tava aynı hava eylemlerini  gerçekleştiren) kesim, sandığa giderse, seçim sonuçları ne olur?

9 Nisan 2013 Salı

Su Ambalajı Konusu...


  1. Yaklaşık 5 senedir su piyasasının içerisinde bir kişiyim. Ambalajlar ile ilgili olarak birkaç şey söyleyecek bilgiye sahibim. Yaklaşık 200 civarında fabrikayı gezmiş, geri kalan 100'üyle de telefonda konuşmuş birisiyim. Polikarbon damacanalar Türkiye'de % 99 oranında kullanılıyor. Bir firma patent alarak BPA içermeyen bir ambalaj ürettiyse de dayanıksız olduğu ve nakliye sırasında kırıldığı için fabrikalar tercih etmedi. Polikarbon damacanalar başta Amerika olmak üzere tüm dünyada geri dönüşümlü olarak kullanılmaktadır. Üreticiler ve Tarım Köy İşleri Bakanlığı tarafından yaklaşık 70 doluma kadar sağlık açısından bir zararı olmadığı söylenmektedir. Bu yaklaşık ortalama olarak 2 yıl süresince kullanılabileceği anlamına gelir. Şu anda 2011 yılında olduğumuza göre 2009 modelli damacanaları kullanmak sağlık açısında riskler içerir. Modelini nasıl anlayabilirsiniz? Damacanın altında "09","10","11" gibi daire içinde rakamlar görürsünüz. Çevresinde ise 1'den 12'ye kadar rakamları. Okun yönü hangi rakamda ise o damacanın kaçıncı ayda üretildiğini anlatır. Şimdi bu durumda evinize gelen suyun damacan tarihi çok önemlidir. Bilir misiniz, Türkiye'nin en iyi markalarının 2006 model damacanalarla evlere servis yaptığını... Bu konuda bayinizi zorlayın. Elde var 1.
  2. İkinci konu; Fatih Altaylı'nın yazmış olduğu damacan yıkama prosedürü; Normal bir tesiste, gelen damacanalar önce dış yıkamadan geçirilir. Dış yıkama sonrasında sıcak su ve sağlık bakanlığı onaylı dezenfektan ile yıkanır. Sonrasında önce soğuk suyla, sonrasında ozonlu suyla durulanır. Ve sonra doluma girer. Fatih Altaylı bunu yazarken hiçbir su fabrikasına gidip görmüş mü acaba?
  3. Üçüncü konu;pet konusu. Başta ABD olmak üzere bir çok ülkede Polikarbon kullanılırken, Avrupa'da ise pet tüketimi oldukça yaygın. Orada özellikle Fransa başta olmak üzere marketlerde pet kullanımı oldukça yaygındır. PET için kritik nokta depolama alanlarıdır. Maalesef bu depolama alanları son derece sağlıksızdır ve yeterli denetim yapılamamaktadır. Pet ev tüketimi için değil, anlık kullanım için uygundur.
  4. Dördüncü konu; Cam damacana konusunda Şişe Cam'a su üreticilerinden çok fazla talep gitmesine rağmen, Şişe Cam bu talepleri reddediyor. Bu nedenle bu konuda ilerleme sağlanamıyor. Ancak üretim ve temizlik bacağına bakarsak, mevcut makina parkı göz önüne alındığında polikarbon çok daha mantıklı hale geliyor.
  5. Beşinci konu; Türkiye'de satılan arıtma cihazlarının % 99'unda hiçbir dezenfeksiyon sistemi yoktur. 5 mikronluk filtreler dezenfeksiyon sağlamaz. Sterilizasyonu etkilik sırasına göre ozon, klor ve uv sağlar. Bu sebeple tezgah altı arıtma cihazlarından üretilen sularda kimyasal açıdan arıtım sağlansa da mikrobiyolojik olarak arıtma sağlanmaz/sağlanamaz. Ölçüm yapılan TDS(total dissolved salt) ise suda çözünmüş tuz oranını söyler. Dolaylı olarak suyun sertliğini/iletkenliğini ve kireç miktarını söyler. Suyun sağlıklı ya da sağlıksız olduğunu % 100 olarak söylemez. Üreticinizden ozon, uv veya klor sistemi mutlaka istemelisiniz.
Sonuç öneri; 2010 ve üzeri temiz damacanlarla dolum yapılan damacanalara güvenebilirsiniz. Lütfen bayinizi ziyaret edip, yerlerini görün...
En kötü damacana su bile bugünkü şartlarda yukarıdakilerin tümünden daha iyidir.

5 Nisan 2013 Cuma

Fenerbahçe - Lazio & Real Madrid - Galatasaray Maçlarının Ardından Başarı ve İstikrarın Kolerasyonu...

Büyük grurur iki takımımızın birden çeyrek finale kalması...
Sadece bu değil, Türk sporu önemli mihenk taşlarını atlıyor bu sezon...
Halkbank ve Vakıfbank'ın Avrupa Şampiyonlukları
3 senedir kimseye verilmeyen Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu
Fenerbahçe Bayan Voleybol Dünya Şampiyonluğu
Fenerbahçe ve Galatasaray Bayan Basketbol takımlarının yıllardır Euroleague'de en az çeyrek finale abone olmaları.
Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı'nın geçen sene Euroleague'de dördüncü, bu sene ikinci olması.
Kız ve Erkek Lise Basketbol takımlarımızın şampiyonlukları
Yıldız Bayan Voleybol takımımızın Avrupa Şampiyonluğu
Yıldız Erkek Basketbol takımımızın Avrupa Şampiyonluğu...

Ve sayısız bireysel spor başarısı...

Ya tüm bu başarılar anlık, bir seferlik oldu ve olacak, ya da süreklilik ve istikrar ile bu başarıları en az bu seviyede tutarak devam ettireceğiz.

Dünyanın en başarılı organizasyonlarına bakarsanız, bu işi borçsuz olarak yapanlara indirgersek (ki gerçek başarı bence budur), istikrar ve süreklilik görürsünüz. Nerede sürekli değişiklik görürseniz, başarılar saman alevi gibi parlar -olabilirse- ve sonra izini bile bulamazsınız.

Bana göre kurumların ayakta kalmasını sağlayan etkenler;

  • Süreklilik
  • Güven sağlamak
  • İstikrar

Tabii sürekliliği korumaya çalışırken, asıl konu olan büyümeyi de makul seviyede gerçekleştirmek gerekiyor. 

Peki şirket içi mutluluğu sağlamanın yolu nedir?

Düzen
Sabır
Vefa

Dünyanın en başarılı organizasyonu olan NBA'de bugün 10 yaşındaki çocuk, Wilt Chamberlain ismini, onun neler yaptığını ve ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu bilebiliyorsa, bu NBA organizasyonun başarısıdır. Forma emekli etmek, Hall of Fame gibi bir çok uygulama, her sporcunun acaba bir gün unutulur muyum endişesini ortadan kaldırarak, "hayır kardeşim, başarılı ol, hep ama ehp yanımızda olacaksın" mesajı en büyük motivasyon kaynağıdır. Kendi ülkemizde, zamanında omuzlarımızda taşıdırğımız oyuncular, sanatçılar ölürken tek başına yapayalnız hayatı terkediyorlar. Hepsinin ortak beklentisi, bir "nasılsınız" telefonu. Biz de NBA'in yapabildiklerini yarısını becerebilseydik, bu zamanında çok çok sevdiğimiz insanların yaptıkları çok değerli eserleri çocuklarımıza aktarıp, onların daha iyi yapmaları için teşvik edebilirdik. Böylece hep önümüze bakar, hep iyiye koşardık...

Peki ya sabır?
Bir Fenerbahçeli'yim... Ne denir tribündekiler için... Hep hücum edelim, 10 tane gol atalım,  güzel futbol olsun... Ama aynı anda Avrupa'da, kupada, Ligde şampiyon olalım. Ve bunu her sene yapalım. Ha bu arada, senede iki defa antrenör değiştirelim. Başkanı değiştirelim. Devre arasında oyuncuların yarısını kovalım. 11 tane Alex oynasın. Pası yanlış yere atanı hemen yuhlayalım. Desenki, hadi sen çık oyna, takımı kur desen, 2 tane adam çıkmaz antrenörlük yapmak için. 90 dakika içinde sahada 3 defa gidip gelemezler o çim sahaya basınca. Ama oyuncular en kötüsü 7-8 km 90 dakika içinde koşuyorlar. Diyeceksinizki, işleri bu kardeşim, deli gibi para kazanıyorlar. E güzel kardeşim, sana o adam gelip soruyormu, o vidayı yanlış sıkıyorsun, diyor mu. Bırakın herkes kendi doğru bildiği işi yapsın. Vidayı yanlış sıkana, ustası söylesin. Topa yanlış vurana, Rıdvan Dilmen, Sergen Yalçın laf söylesin. Taktiği yanlış verdiğini, rahmetli Coşkun Özarı, Ziya Şengül söylesin, yanlış düdük çaldığını Ahmet Çakar, Erman Toroğlu söylesin. Peki neden sabretmeliyiz? Herkes kendi işini iyi bilir. Bir bildiği vardır ki, öyle yapmıştır dememiz lazım. Bırakın oyuncular, günlerce yapılan analiz sonucunda çıkmış olan hareket planına göre hareket etsinler. Eksik yapanı zaten antrenör gönderir. Oyuncular işini yaparda, sonuç kötü olursa, kaybetmiş olursun. Kaybedersen de zaten başarısızlık söz konusu olur. 

Unutmayalım, sınavlarımızda kimse gidişata not vermiyor. Bilançolarımızda, sonuca bakılıyor... Aykut Kocaman'ı sonuca ulaşmanın yolunu bulmak konusunda ben başarılı buluyorum.

Hepsinin aklı 10 karış havada 25 kişiyi değil aynı amaç uğrunda, aynı yolda ilerlemelerini sağlamak, aynı yerde bulunmalarını sağlamak bile başlı başına bir sorundur... Lütfen kendi hayatlarımızda, bir an için masanın öbür tarafına geçip, durumu tartalım. Aynı tepkilerde bulunabilecek misiniz?

4 Nisan 2013 Perşembe

Ozonun İçecek Endüstrisindeki Yeri


Ozon bildiğiniz üzere doğada bulunan ve kolayca yok olabilen bir elementtir. Ozon bilinen dünyadaki en kuvvetli oksidandır. Bir yerde yeryüzünün kendini temizleme yöntemleri arasındadır.
İşte ozonu endüstride de özel kılan özelliklerinden bazıları; güçlü mikrop, bakteri ve virüsleri en hızlı şekilde yok etmesi, işini bitirdikten sonra da soğukkanlı bir katil gibi hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolması, diğer bir ifadeyle tekrar oksijene dönüşmesidir. Başka ne yapar? Parlatıcı, yosun önleyici, koku giderici özelliği vardır.
Bütün bunları neden hatırladık? Ozonun faydalarını en fazla içselleştirmiş, ambalajlı su sektörünün muhtemel sorunlarına ışık tutabilmek adına aklımızda bunları tutalım ve bu faydalardan nasıl yararlanabiliriz, inceleyelim?
Kaynağından, tüketiciye kadar giden aşamaları sırasıyla gözden geçirip, muhtemel sorunlara çözüm bulmaya çalışalım.
Ön Ozonlama;
Sorun: Kaynağımızdan gelen ham suda mevsimsel veya sürekli mikrop-bakteri riskim var. Nasıl çözebilirim?
Çözüm: Özellikle bahar aylarında başlayan, üretim kapasitelerimizin artması ile kışın atıl olan kaynaklarımızı devreye soktuğumuzda bazı riskler bizleri karşılar. Gelen ham suyu herhangi bir işleme tabi tutmadan, ön ozonlamaya tabi tutabiliriz. Ön ozonlama sonrasında ise aktif karbon ile ozonu tekrar geri alabiliriz. Bu işlem, ilk depolarımıza girmeden veya hemen sonrasında gerçekleştirilebilir. Bu sayede muhtemel mikrop, bakteri, virüs, demir, mangan gibi risklerden arınmış oluruz.
PET Grubu Dolum Suyunu Ozonlama;
Sorun: Buradan tertemiz gönderdiğim ürünümde bir süre sonra yeşillenmeler(yosunlanma) oluşuyor.
Çözüm: Maalesef özellikle toptan satıcılar, bakkallar, marketler PET grubu ürünlerinin saklama koşulları konusunda üreticiler kadar hassas davranamıyorlar. PET malzeme ile üretilen ambalajlarda sunduğumuz sularımızın güneşi gören bir ortamda saklanması neticesinde yosunlanma riski söz konusu oluyor. Bu durum ayrıca hepimizin bildiği gibi kansorejen yan ürün oluşumuna da davetiye çıkarıyor. Bunun önüne geçmek için öncelikle bayilerimiz uyarmalı, gerekirse cezalar uygulanmalıdır. Ancak piyasa gerçeklerini de göz önüne alırsak, suyumuzun en azından yeşillenmesini önlemek adına, pet dolum suyuna vereceğimiz minimum 0,1 ppm civarında suda çözünmüş bir ozon miktarı yeterli olacaktır. Ancak bu oran, ürünümüzün gideceği mesafe, dağıtılacağı yerdeki sıcaklık, tüketim süresi gibi etkenlerle artmalıdır. Unutmayalım ki, suyumuzda gereğinden fazla ozon miktarı suyun tadında acılık yaratacak, müşteri algısında ise “terkos suyu” imajı yaratabilecektir.
Bardak grubunda bu risk nispeten daha azdır. Çünkü bardak grubu sularımız karton ambalajlarda toptancılara sunulduğu için güneşe nispeten daha az maruz kalmaktadırlar. Burada ozon miktarı minimal düzeyde tutulabilir veya kullanılmayabilir.
Tabii ki bu aşamada İl Sağlık Müdürlüğü ile temasa geçip, gerekli denetimlerin yapılmasını sağlamak gerekiyor. 
Damacana Grubu Suyunu Ozonlama;
Sorun; Suyumda yeşillenmeler oluyor. Ne yapmalıyım?
Çözüm: İki sebebi olabilir. Birinci sebebi dolum suyumuzdaki risklerden kaynaklanıyor olabilir. İkinci sebebi ise boş gelen damacanaların yeterince steril edilememesinden kaynaklanıyor olabilir. İlk problem için az önce PET grubunda bahsettiğimiz üzere dolum suyuna ozon verilerek çözülebilir. Ancak burada PET grubuna göre çok daha hassas olunmak zorundadır. Damacana su grubu PET grubuna göre çok daha hızlı tüketilir. Bazı yerel sularda dolumdan alınır alınmaz, daha dönerken bayi suyu dağıtmaya başlar. Hatırlayalım, ihtiyaç duyduğundan daha fazla ozon miktarı suyun tadında acılık yaratabilir. Kapağı açtığınızda kendine has bir koku yayar. Bunun tüketici üzerindeki algısı “terkos suyu” dur. Bunu engellemek adına belki de çok az miktarlarda (0,05 ppm gibi) suda çözünmüş ozon miktarı yeterli olabilir. Ancak damacana uzak yerlere gidiyorsa, bu partiye özel sudaki çözünmüş ozon miktarını artırmakta fayda vardır.
Diğer bir problemimiz ise; bayilerimizden gelen damacanaların son derece kirli oluşudur. Maalesef günümüzde ne tüketici, ne bayilerimizin elemanları damacanalarımızın temizliği konusunda yeteri kadar özen göstermiyorlar. Bayilerimizde kapaksız olarak boş damacanalar, sonrasında kamyonlarla nakliye ediliyor. En son dolum için tesislere getiriliyor. Tüm bu süreçte dışarıdan başta toz toprak olmak üzere, bir çok dış etkene maruz kalıyor. İşte damacananın içi bu kadar etkiye maruz kaldığı için, çok çok iyi bir şekilde dezenfekte edilmesi gerekli. Bunun için sıcak su, durulama, hatta kimyasal dezenfektanların dışında mutlaka ozon kullanılması şart. Yıkama suyuna verilen ozon miktarı zaman zaman 2.0 ppm üstüne bile çıkabilir. Bu sayede, suyumuz ne kadar temiz ve berrak olursa olsun, sadece ambalajımız yüzünden tüketici gözünde güç durumlara düşmekten kurtulmuş olacağız.
Artık günümüzde bazı firmalar dış yıkama ünitelerine bile ozonlu su vermekten kaçınmıyorlar.
Sorun: Kapakları ozonlamalı mıyız?
Çözüm; Kesinlikle evet. Kapaklarımız kontrolümüz dışında bir atölyede üretilmektedir. Ne kadar iyi korunmuş olunursa olunsun, mutlaka damacanaya kapağı yerleştirmeden önce mutlaka ozonlu suyla yıkanmalıdır. Bu özellik, günümüzde pek çok damacana dolum makinesinin standardı haline gelmiştir.
Ambalajlı su sektörünün dışında içecek sektöründe ozonun kullanım alanları mevcuttur. Örneğin;
Maden Suyu&Kola&Bira Üreticileri; kullandıkları suyun şartlandırmasında oldukça verimli sonuçlara ulaşılıyor. Suda muhtemel, demir-mangan giderimi için de son derece faydalıdır.
Meyve Suyu Konsantre Üreticileri; Üreticiden gelen sebzelerinin yıkama banyolarında direk olarak ozonlu suyla yıkandığında, üzerindeki tüm pestisit, zararlılar, kimyasallar ve ilaçlar giderilmektedir. Makul maliyetlerle çok önemli faydalar elde edilir.
Ozon oldukça korozif bir element olduğundan kullanılan tüm yan ekipmanlar 316 paslanmaz çelik olmalıdır. Aksi takdirde makinalarınızda, pompalarınızda ve diğer malzemelerinizde arızalar kaçınılmazdır.
Ozon ile ilgili bir diğer önemli konu ise; ozonu suya rasgele vermemektir. Online olarak kontrol edilmelidir. Yeni bir su kaynağına ilk defa uygulandığında anlık olarak kontrol edip,  etkileri ve sonuçları her yönüyle raporlanmalıdır.
Ozon ölçüm sistemlerinde bir probu alıp, bir PLC ile konuşturmak, uyum açısından bazı riskler taşımaktadır. Bu sebeple, kendi kontrol ekranı olan, kendi probu olan ölçüm sistemleri tercih edilmelidir. Kullanılan problar en iyi iletken olan altından yapılmaktadır. Ve her probun ayrı bir özelliği vardır. Suyumuzun kalitesini belirlediği için ölçüm çok hassas olmalı ve en iyi malzemeden üretilmiş olan ozon ölçüm sistemleri temin edilmelidir. Teknoloji artık son derece gelişti. Anlık rapor alan, internet yoluyla herhangibir yerden takip edilip, müdahele edilebilen ölçüm sistemleri işlerimizi kolaylaştırmaktadır.
Ozon jeneratörleri vasıtasıyla ozonu ürettik, hangi amaçla kullanacağımızı belirledik, ölçüm sistemimizi temin ettik. Peki ozonla su nasıl en iyi şekilde entegre edilmelidir?
Ozon jeneratörlerinin çıkışlarında silikon hortumlar vasıtasıyla gelen ozon gazını, venturi dediğimiz ekipmanla ozonu suya enjekte edebiliriz. Ozonla suyun temas ettiği yerde, venturinin çapı daralarak ozonun suya daha iyi karışmasına yardımcı olur.
İkinci aşamada, krom mikser venturiler kullanılabilir. Oldukça zor işçiliği olan bu ekipman iki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısmı venturi, ikinci kısmı ise paslanmaz karıştırıcılar. 
Ozonu suya karıştırmanın en iyi yolu reaksiyon tankıdır.